30 Mayıs 2011 Pazartesi

ayna, ayna...

her sabah sürdüğü savaş boyalarını her akşam odasının kapısından içeri girerken çıkaran bir kız vardı...
kırık saç uçları kadar kırıktı kalbi
ve dağınıktı...
hatırlamıyorum ismini.
sonsuza kadar beklerse,
olacakmış tüm dilekleri.
fallara da inanırmış zaten,
hiç görmemiş kendi gözleriyle, yağmurdan sonra gökkuşağını,
her nedense inanmış,
inanmasa düşermiş,
inanmasa kaybolurmuş,
inanmasa o yüce güce,
kendini affedemezken,
kim affedecekmiş onu, bilemezmiş...
kimse söylememiş ona,
geçmişteki hiç bir şey için suçlanamayacağını
aslında geçmişte yaşamanın imkansız olduğunu...
o da kimseye söylememiş zaten,
tüm o şarkıların ,
sadece o'na yazıldığını.
bir şeylere anlam yükleyip yüklememek elinde değil,
zaten sokaklar da tekin değil,
yine de bu kadar korkma,
aynadaki hayal mi,
değil!

29 Mayıs 2011 Pazar

figüran

aşk'ı sevdiğini söylemek sananlardansan eğer sen de,
yanılıyorsun!
hiç durmadan seni seviyorum diyen daha çok sevmiyor aslında...
hem sonra lafımı kesiyorsun!
yarım kalıyor söyleyemediklerim,
ama hiç korkma,
üzülme boşuna....
sırtımdaki yükle zaten çok uzağa gidemem ben,
koşamam değil, 
ama nefesim kesilir,
ilaçlarım hep uzaktadır,
ya da çantanın dibinde...
sen merhem olana kadar yarama, ölürüm...
bilmiyoruz zaten
kim bilir kaç kez tanımadığımız insanların çektiği fotoğraflarda figürandık...
kanadı kopmuş uğurböceği idik, yine de uğur getirdik!

25 Mayıs 2011 Çarşamba

tarif

işin en kötü yanı, kendini yaraladığında ortada suçlayacak kimsenin olmadığını itiraf etmek...
insan kendini nereye koyduğunu kaybederse başka hiç kimse bulamıyormuş, bense senin gözlerinden düşen tek damla yaşta gördüm, nereye saklandığını...
güldüm!
hem bu ne saçmalık, kim demiş ki gözyaşlarımızın tadı aynı diye?
ben "sen" ağlıyorum,
içine biraz "biz" katıyorum
"özlem" ekiyorum bir tutam,
tam karıştıracakken hepsini avuçlarımdan kayıveriyor koca kavanoz dökülüyor içene bütün "kızgınlığım",
yumuşatsın diye "kırgınlık" ekliyorum,
fayda etmiyor...
acıyor göz yaşlarım, acıyorum kendime...

23 Mayıs 2011 Pazartesi

parlak yeşil çimenler

ilk defa kendimi bu kadar çirkin, değersiz, işe yaramaz ve yorgun hissediyorum...
beklemek yoruyor insanı yiyor, bitiriyor...
yerimi, yönümü, yolumu kaybetmiş gibiyim, yol sormak için dursam da elime hiç bir şey geçmeyecek, kimse gideceğim yeri bilmiyor ki,
biliyorum...
bir de acıyorum kendime...
o uzak ülkeye de gittim,
parlak yeşil çimenler
meğer sadece "plastikmiş"
ağlamadım,
gittin,
gülmedim,
gelmedin,
kanadım...
hem kanadım, hem kanadım kırıldı.
susardım ya,
konuştum,
koştum,
acımı kustum.
nefesimi boşuna harcadım,
kördün,
duymadın!

22 Mayıs 2011 Pazar

eğer

hayatta hiç bir şeyin zorlanmaması gerektiğine inananlardanım, olmuyorsa; olmuyordur.... bazı şeylerin de lanetli olduğunu düşünüyorum...
birkaç yıl önce indirdiğim, 3 kere izlemeye niyetlendiğim, elimde olmayan nedenlerle bir türlü izleyemediğim 21 gram filmi gibi mesela. her başlayışımda bir şey oluyor, vazgeçiyorum, yarım bırakıyorum... adam fawer’ın empati kitabı da böyle, son elli sayfasını bir türlü okuyamadığım kitabın sonunu da merak etmiyorum artık... üzerinden çok zaman geçti çünkü, başka hikayeler anlatıldı, ben başka nehirlerde sürüklendim…

hayatımı yeniden yaşayabilseydim eğer; 26 yıl önce beni üzen hiçbir şey için bugün üzülmezdim… kendimi dışarıdan izleyebilseydim gözümden akan her damla yerine kahkaların olduğunu görürdüm dudağımın kenarında bana çok yakışan.
Daha çok anlatır, daha çok dinlerdim insanları, her birinin benim hiç farkında olmadığım şeyler bildiğini biliyorum artık, kimsenin bilmediği sırları dolabımda saklamazdım ben de mesela, büyük kararlar vermekten korkmaz , köprüleri yakıyorsam üzülmezdim, yeni yollar arar başka ülkelere giderdim. Üstümün başımın çim lekesi olmasına aldırmadan çocuklarla çimlerde yuvarlanırdım, tırnağımın kırılmasını kötüye yormaz bütün gün bunun için üzülmezdim, sadece temiz pak olan ev kedilerini değil, sokak kedilerini de alırdım kucağıma. sırf kilo almamak için sevmediğim şeyleri yemez, ceplerimi çikolatalarla doldurur hep abur cubur yerdim… hiçbir zaman yorgunum demez, her anını hayatımın “yeni” şeyler keşfetmek için fırsat sayardım, hiç kalp kırmaz inat etmez, beni seven insanları üzmezdim… daha çok şükrederdim!

Ve en önemlisi mucizelere inanırdım, tüm yüreğimle hem de… ben yalnızca bir taneyim, ve yaşayabileceğim tek bir hayat var, bunu da biliyorum artık….
hiçbir şey için çok geç kalmış sayılmam ha, ne dersiniz?


11 Mayıs 2011 Çarşamba

mevsim hep kış

ne kadar kıssam da müziğin sesini duyuyorum şarkının sözlerini, ne kadar açsam da müziğin sesini bastıramıyorum kalbimin atışını içimde atıyor durmuyor, duyuluyor...
susuşlarında anlattığı bir şey var başka bir dilde, dilimden düşüyor tuz buz oluyor hayat bitiyor, yalan geliyor.
 kanatlarını kırsan mı daha çok acır, yoksa koparsan mı kurtulsan mı benden, bedeninden?
madem gittiğin her şehirde yanında taşıyorsun beni, neden hep geri dönme hevesindesin? orda kal! uzakta,benim bilmediğim bir şehirde, hiç tanımadığım bir çocuğun gülümsemesinde, sen sulamasanda yağmurla ıslanan arka bahçendeki çiçeklerde, ucu kırılsa da bir türlü atamadığın için için uğursuzluğundan korktuğun aynada kal, gelme...
zaten bu sene mevsim hep kış, hiç gelme dedim ya, üşürsün...
gülümsemek ne kadar mutlu olduğunu değil de, ne kadar güçlü olduğunu göstermeye başladığında büyüdük, kurtulamadık.
hem zaten,  Anlamak bir ömür sürer, Hayat niye kirlenir ?

3 Mayıs 2011 Salı

size çok güzel şeyler anlatıyormuşum farzedin

  size çok güzel şeyler anlatıyormuşum farzedin, hani daha dinlerken huzur bulduğunuz, üzerinde düşünmeye gerek bile duymadığınız... benim yerime siz yazın hikayeleri sırf bu seferlik, olmaz mı?

gözleri görmediği için uçmayı öğrenememiş bir kuş gibi yüreğim, doğasında var uçacak, her defasında ağaçlara çarpacak, kanatları kırılacak, üzülmeyecek devam edecek kanatlarını kırmaya... ya sana da çarparsa diye korkun ya kanatırsa , acıtırsa canını...
 kör olduğu için suçlamak kuşu , kulağa kör kuş olmaktan da saçma gelmiyor mu?
kendi kendime konuşurken birileri beni duysun istiyorum, yoksa deli olurum... ama duyarlarsa da birileri beni deli zannederler...

hem zaten yaprakları dökülmüş bir ağaç gibiyim ben renksiz ve çıplak. üşüyorum, sar beni rüzgarla, ört üstümü karla, yağmurla...döndüğünde sıcak olsun içerisi diye, kapıyı örtmeyi de unutma giderken...